allahın göremediği tek şey nedir
ZiyaAzazi; DERVISH IN PROGRESS “Bilge, yüce varlığın seyrine dalar gafil ise onda dostluk düşmanlık arar.” Ö.Hayyam. İnsanların çok katmanlılığına, yönlülüğüne ve renkliliğine; sezgilerinin güçlendirilmesine ve arınmış bilgiye ulaşımlarının sağlanmasına; tüm kaynakların adil paylaşımına, dünyada biliş ve sezişe temelli bütünsel yaşama
Erkektekipenis başının kadındaki ayarla da diyebiliriz. Yapılan araştırmalara göre kadınların %50’si ile %75’i klitorise dokunulduğu takdirde orgazm olabilmektedir. Çoğu kadın tek başına cinsel ilişki yoluyla orgazm yaşayamaz. Klitoris, çıplak gözle sadece
sayınsite yönetimi biz türk telekom personeli olarak fazla bir şey istemiyoruz zaten türk telekom özelleştirilerek bazı kesime peşkeş PERSONELİ TEK TEK ELE ALALIM;--1.tip:en fazla 3.5 yıl hizmetleri kaldı çoğu şubat Allahın arabından ne hayır gelir. Geri kalmış bir millet. Kendilerine hayırları yok, Allah petrol
Ogüne kadar göremediği çok şeyi artık görebiliyordu. Eskiler, ermiş mertebesine ulaşmış olanlar için “Gözlerinin bağı çözüldü!” derlerdi. Onların dünyasına girmek için çok defa bir tek kapı vardır. Masalın ve masalcının dünyasına açılan gizemli bir kapıdır bu. Biz de o
3 Namazların hemen akabinde 100'er defa okunursa kişi göremediği bazı şeyleri görmeye muvaffak olur. 4- Yazılarak taşınırsa kadri yüceltir. El Vâhid :isim sıfat ve işlerinde ortağı bulunmayan, tek başına , yanında başkası olmayan. Dirilten Allahın izniyle ayağa kalk’ der ölüde ayağa kalkardı. El Muhyi
Annonce Originale Pour Site De Rencontre. Hz. Aişe… Ondaki meziyetleri, nimetleri saymanın, imkânı var mı- dır acaba! islâm’ın en seçkin hanımlarından olan Hz. Aişe, ailesinin islâm ile şeref bulmasından çok az bir süre önce dünyaya gelmiş iman lütfuna hiç tahribata uğramadan kavuşmuş bir nimet sahibidir. Allahu Zü’l-Celal’in ona olan ikramı kendisi doğar doğmaz başlamış, Mekke’nin en muteber ailesi yanında dünyaya gelmesi bir yana bu ailenin islâm ile şereflenişinin ardından kucaklara verilmesi nimet üzere nimet ile donanmasına vesile olmuştur. O, islâm kadınları arasında hatta mü’minlerin tamamı arasında anlatıl ması ve anlaşılması güç insanlardan biri olarak sayamayacağımız kadar çok özelliği şahsiyetinde bir araya getirmiştir. Buna bir de Rahman ve Rahim olan Allahu Teâlâ’nın ihsanları eklenince nev-i şahsına münhasır abide bir hanımefendi zuhur etmiştir. islâm tarihinin her köşesinde onu görürsünüz. Çok uzun yaşamış, çok şey görmüş , çok şey öğrenmiş hiçbir şeyi unutmamıştır. En önemlisi de nedir biliyor musunuz? Öğrendiği hiçbir şeyi kendine saklamamıştır. Bilgi ve görgüsünü, daimi bir ışık kaynağı gibi çevresine yayarak sadece Asr-ı Saadet’in değil bütün ümmetin yolunu aydınlatmış tır. Ümmete onun kadar fayda sağlamış bir başkasını bulmak ancak Ebû Bekir ailesinde yapılacak bir tecessüs ile mümkün olabilir. Babasının kanatları altında büyümüş fakat onun gölgesinde kalmamış- tır. Ashâbın büyükleri arasında bulunmuş fakat hiç kimse sesini onunkinden yüksek tutmamış , söyledikleri ve yaptıkları sebebiyle kimseden ürkmemiş , hiçbir kimseyi ürkütmemiş , bilakis herkese ümit ve şevk membaı olmuş bir ulu kişidir, bir nadide hanımefendidir. Nasıl Hz. Hatice’nin bir eşi daha gelmeyecek, onun engin sevgisi ve merhameti seviyesine kimse ulaşamayacaksa hiçbir kadın ve erkek de eşi tarafından Hz. Aişe kadar çok sevilemeyecektir. Allahu Teâlâ dinini Hz. Aişe’nin keskin görüşlü, zayıflamaz hafızası, müşahhas aklı, dolmak nedir bilmeyen öğrenme kâsesi, solgunluk emaresi göstermeyen ilmi, pervasız cesareti, taşkın heyecanı, sarsılmaz dirayeti, emsalsiz tevekkülü ve teslimiyeti, taçsız ve tahtsız mahfi saltanatı ile desteklemiştir. Ümmetin bütün kadınlarının baş üstünde, gönül tahtında gezdirdği Hz. Aişe, başka bir benzeri olmasa bile hepimize misal olmaya tek başınna kâfi, bütün islâm’da Kadın’ müddeilerinin şom ağızlarını kilitleyici, iddialarını bertaraf etmeye muktedir, arzı sarsan bir vakıadır. Bu ikram, şanı yüce ve kudret sahibi Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nindir, şükür, taat ve tevazu kullarının borcudur. Âlemlerin Fahri Peygamber Efendimiz’in yaptığı her şey, söylediği her söz, mü’minler için bir misal ve emirdir. Bizzat tatbik edeni görerek öğrenme usulü de bu emirlerin hemen ve çabucak hayata aksettirilmesinin, yaşanır olmasının, alışkanlığa dönüşmesinin en çabuk yoludur. Bütün ashâb-ı kirâm bu nimete nail olmuştur. Ancak onların göremediği, bilemediği başka şeyler de vardır. Bir toplantıda bulunup diğerine katılmayanlar olmuştur, bir elçi grubu ile yapılan görüşme herkesin katılamayacağı bir meclistir, vahyin gelişi, ilk kez tebliğ edilişi ve o anda olup bitenler birkaç talihlinin dışında kimsenin şahit olamayacağı şeylerdir. Peygamber Efendimiz’in muhterem eşleri ve özellikle Hz. Aişe bunlardan pek çoğuna şahit olmuşlardır. Bütün insanlara rehber olan bir Peygamber’in yanında olmak, meclisinde bulunmak çok özel bazı yetenekler gerektirir. Meclisinde bulunmak çok özel bazı yetenekler gerektirir. Öncelikle her şeyi; doğru, olduğu gibi anlamalı ve aslına uygun şekilde yorumlayabilmek için Peygamberimiz’in görüşünü tespit etmiş olmak gerekir. Zira kulak duyar, gönül hisseder, zihin yorumlar. Bunların hepsi aynı hizada ve aynı hassasiyette olmalı ki netice aslından aykırı bir yöne meyletmesin. Bu kişi aynı zamanda, nefsi değerlendirmelerden sakınabilmek için üstün bir ahlâk ve dürüstlüğe sahip olmalıdır ki Hz Aişe’nin dürüstlüğü onun en başta gelen özelliğidir. . Çok defa bu yüzden başı derde girmiştir. . Peygamber sav yoldaşı ilme aşk derecesinde bir Bağlılığı elde etmiş olmalıdır. Bütün bir ümmetin sorularına ve merakları na tatmin edici cevaplar verebilmelidir, bununla birlikte bu sorgu ve suallerden bunalmayacak bir sabra, her biri ile özel ilgilenecek kadar da geniş hoşgörüye mâlik bulunmalıdır. Kıyamete kadar gelecek ümmetin yapacağı amellerle bir kısmını onun aktardığı düşünülürse, hele Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra insanların başvuru merkezi durumuna geleceği igöz önünde bulundurulursa bu kişinin, Peygamberimiz sav zamanında yaşanmamış meseleler hakkında içtihatta bulunabilecek seviyede bir kimse olması da kaçınılmaz bir mecburiyet olacaktır… Bütün bu saydıkklarımızdan ötürü genelde peygamber hanımları, özellikle Hz. Aişie tesadüfen Peygamber eşi olmuş bir hanım değildir. O bizzat bütün bu hususlara uygun şahsiyeti ile seçilmiş bir hanımefendidir. Es-Sıddıka’ unvanıyla anılır. 614 yılnda Mekke’de sahabenin en Şereflisi Hz. Ebû Bekir ile Ümmü Ruman’ın kızları olarak dünyaya gelmiştir. Hiç çocuğu olmadığı için kız kardeşinin büyük oğlunun adı ile Ümmü Abdullah diye anıldığıda olmuştur. Daha ziyade kendi ismiyle anılır ve künyesi, Ümmü’l-Mü’minin Aişe Ebû Bekir es-Sıddık el-Kureyşî şeklindedir. Öncelikle Hz. Aişe, çok küçük yaşlardan itibaren peygamber zevcesi Olacak şekilde yetiştirilmeye başlanılmıştır. Çünkü kutlu bir rüya ile bu durum Peygamberimiz’e duyurulmu O da sevgili dostu Hz. Ebû Bekir’i durumdan haberdar etmiştir. …… –Devamı diğer sayımızda– kaynakSerpil ÖZCAN HZ Havva’dan Hz. Zeynep’e Kadınların İzinde
Kuran'daki Bedir Savaşı - Allah'ın Bilgisi Kader konusunu kavrayabilmek için Bedir savaşını anlamak çok önemli. Allah ayetlerde herkesi imtihanlardan geçireceğini söylüyor. Bunu herkes biliyor zaten ama bilmediğimiz daha doğrusu bize yanlış anlatılan Allah sabredenleri öğrenmek için imtihan yaptığını söylüyor. Alttaki ayetler peygamberimizi ve müminleri Mekkeden çıkaran müşriklere karşı yapılacak savaşla yani Bedir Savaşı'yla ilgili. Göstermek istediğim on altıncı ayet. TevbeKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 13. Antlarını bozan ve Elçiyi yurdundan çıkarmaya kararlı olan bir toplulukla savaşmayacak mısınız? Hâlbuki sizden önce savaşı başlatan onlardır. Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer inanıp güvenmiş kimselerseniz bilin ki Allah, kendisinden korkmanıza daha layıktır. 14. Onlarla savaşın ki sizin ellerinizle Allah onlara azap etsin, onları parçalasın, size zafer versin ve inanıp güvenenler topluluğunun içini rahatlatsın. 15. Bir de onların kalplerindeki öfkeyi gidersin ve gerekeni yapanın tevbesini kabul etsin. Allah bilir, doğru kararlar verir. 16. Siz ne zannediyorsunuz? Allah içinizden mücadele cihad[*] edenleri bilmeden, Allah’tan, Elçisi’nden ve inanıp güvenenlerden başkasını yakın dostveli edinmeyenleri bilmeden,sizi rahat mı bırakacak sanıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızın içyüzünü bilir. [*] Cihad mücadele demektir. Savaş mücadelelerden bir mücadeledir. Kelime anlamı olarak cihad savaşma anlamının ötesinde ömrü boyunca seçim yapmak veya fedakarlık yapmak zorunda kalınan her konuda Allah’ın emir ve yasaklarını tercih etmektir. On altıncı ayette görüldüğü üzere Allah sabredenleri bilmeden, öğrenmeden cennete giremeyeceğiz. Peygamberimizin de buna benzer hadisi var. Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu “Dünya tatlıdır ve manzarası hoştur. Şüphesiz ki Allah dünyanın idaresini size verecek ve nasıl davranacağınıza, ne gibi işler yapacağınıza bakacaktır. O halde dünyadan sakının ve kadınlardan korunun. ” Müslim, Zikr 99 Peygamberimiz Allah bize mal mülk iktidar verip ne yapacağımıza bakacağını söylemiş. Hem ayet hem hadis çok açık bir şekilde Allah'ın imtihan sonuçlarını daha önceden bilmediğini, imtihanları sabredenleri, cihad edenleri öğrenmek için yaptığını gösteriyor. Bunu ilk defa duyan "böyle şey mi olur" diyor. Nasıl olduğunun örneklerini göstereceğim. Bu ayeti ve bunun gibi diğer ayetleri "bilmeden" diye değil de "ortaya çıkarmadan" diye şöyle tercüme ediyorlar; "Allah sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz." Buna ayeti çarpıtmak denir. Allah sabredenleri bilmiyor diyemedikleri için ayeti çarpıtıyorlar. Çok kısa ayet neden "bilmeden" anlamına geliyor bundan bahsedip, Allah her şeyi, gaybı bilir ayetleri ne demek, kıble'yi Beyt-i Makdis'ten Kabe'ye çevirerek yahudileri geçirdiği imtihandan ve Adem'in olduğu imtihandan bahsedip Bedir Savaşı'nı yazacağım. Göreceksin bütün bu imtihanlarda Allah imtihan ettiği insanların ne yapacağını önceden bilmiyor. Öğrenmek için imtihan yapıyor. Arapça'da ki Cehdi Müstağrak Tevbe on altıncı ayeti Suat Yıldırım'ın mealinden yazayım açıklamadaki lemma ya'lem ifadesine dikkat et. Suat Yıldırım diğer herkes gibi açıkça ayeti gizlemiş. Tevbe Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 16. Yoksa siz, Allah sizden mücahede edenlerle Allah'tan, Resulünden ve müminlerden başkasını sırdaş edinmeyenleri iyice ortaya çıkarmadan, kendi halinize bırakılacağınızı mı zannettiniz? Halbuki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Âyetteki "ve lemmâ ya'lem" tabirinden maksat "Allah sizden mücahede edenler ve müminler dışında sırdaş edinmeme imtihanını kazanacak halis müminleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize bırakmaz." demektir. Burada söz konusu kelime koyu yazdığım kelime. Bu ifadeyi Arapça gramer açısından cehdi mustağraktır. Açıklama aşağıda. Fiili muzari cehdi mutlak Geçmiş zamanda bir fiilin yapılmadığına delaet eder. Fiili muzari cehdi müstağrak Konuşan kişinin konuşma anına kadar devam etmesi ile geçmiş zamanda bir fiilin yapılmadığına delalet eden fiildir.Cehdi müstağrakın cehdi mutlaktan bir başka farkı ise kendisinde ümit,beklenti manası olmasıdır.”henüz yardım etmedi,edebilir”gibi. Tevbe 16 da geçen “Allah içinizden cihat edeni Allah bilinceye kadar” ifadesindeki ki “bilinceye kadar” fiili cehdi müstağraktır. Bu dünya hayatı bir imtihan olduğunu için fiilin yapısı gereği Allah daha önceden bu imtihanın sonucunu bilmediğini söylüyor. Bu benim iddiam değil. Allah bu konudaki bütün ayetleri bu kalıpta indirmiş. Örnek diğer ayetler. MuhammedKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 31. Yemin olsun, içinizden gayret gösterip didinenlerle sabredenleri bilinceye kadar, sizi belalarla imtihan edeceğiz. Haberlerinizi de eleyip tarayacağız. Diğeri Ali İmran 142. ayet, bunda da Süleyman Ateş'in mealini göstereceğim. Ali İmranKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 142. Yoksa siz, Allâh, içinizden cihâd edenleri sınayıp bilmeden, sabredenleri sınayıp bilmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Ayete geçen bilinceye kadar, bilmeden diye çevrilen "lemma ya’lemillah" ifadesi "a-li-me" kökünden gelen "yalema" kelimesinin bilmek dışında bir manası yoktur. "lemma" kelimesi Arapça'da "cehd-i müstağrak"tır. Arapça gramerde cehd-i müstağrak, "bilinceye kadar" ifadesi daha önce bilmedi bundan sonra bilebilir demek demektir. Yani Allah ayette belirttiği sabredenleri, gayret gösterenleri imtihan etmeden önce bilmiyordu demek oluyor. İmtihan yapıyor ki sabredenleri bilsin diye. Allah'ın bizi özgür iradeyle yarattığının, kimseyi ezelde cennetlik ya da cehennemlik yazmadığının en büyük delilidir bu ayetler. Allah sabredenleri nasıl öğrenecek? Ayette dediği gibi imtihan yaptığında bizim davranışlarımıza, hareketlerimize bakarak görecek. "Allah Her Şeyi Bilir" Ne Demek? Bu konuda itiraz edenlerin aklına "Allah her şeyi bilir" ve "Allah gaybı bilir" ayetleri geliyor. Arapçada "şey" var olana denir. Kasas 88. ayet şöyle; Allah dışında her şey yok olacaktır. Bu ayete göre Allah da şey’dir; onun farkı, yok olmamasıdır. Onun dışında ne kadar şey varsa yok olacaktır. Olmayanın yok olmasından söz edilemeyeceği için var olandan başkasına şey denemez. Ayetlerden bir kaç örnek yazayım. Allah onların gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da! Bakara 77, Ne tür bir harcama yapsanız ne gibi bir adakta bulunsanız, onu Allah bilir. Bakara 270, Allah kimlerin bozguncu olduğunu bilir. Al-i İmran 63, Allah, kendisinden çekinerek korunanları bilir. Al-i İmran 115, Onların kalplerinde olanı Allah bilir Nisa 63, Sırrınızı da bilir açıkladığınızı da. Bütün kazandıklarınızı bilir. Enam 3 Bunun gibi bütün ayetlerde Allah ya geçmişte olanları ya da şu an mevcut olan şeyleri bildiğini söylüyor. Gayb meselesi de böyle. "Allah Gaybı Bilir" Ne Demek? Duyu organların erişemeyeceği veya kişinin bilmediği şeylere gayb denir. Cinlerin gaybı bilmediği Süleyman peygamberin ölüm şekliyle görüldü; Süleyman’ın ölümünü gerçekleştirdiğimizde, düşmesini engelleyen şeyi minsee, kemiren bir kara hayvanı , onun öldüğünü ortaya çıkardı. Süleyman düşünce anlaşıldı ki, eğer cinler gaybı bileselerdi o aşağılayıcı azap içinde kalmayı sürdürmezlerdi. Sebe 14 Cinlerin gözünün önündeki olay onlar için gaybtı ama Allah için değil. Aynısı bizim için de geçerli gökte ve yerde her şey gözümüzün önünde ama iç yüzünü bilemiyoruz ama Allah biliyor; Göklerin ve yerin bütün bilinmeyeni gaybı Allah’a aittir. Kıyamet saati göz açıp kapama kadardır, belki daha da yakındır. Allah her şeye bir ölçü koyar. Nahl 77 Allah geçmişten verdiği haberlere de gayb diyor, mesela hz Meryem'i anlattığı ayetlerden sonra gelen ayet bu; İşte bu, sana vahiy yoluyla bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa Meryem'in bakımını kim üstlenecek diye kura çekerlerken yanlarında değildin. Aralarında tartışırlarken de yanlarında değildin. Al-i İmran 44 Bunun gibi diğer gaybı anlatan ayetler hep mevcut olan veya geçmişte olmuş olayları anlatıyor. Ayetlerdeki gayb ve şey imtihanlarla ilgili değildir. Allah mevcut her şeyi bildiğini söylüyor ama aynı zamanda sabrendenleri ve cihad edenleri öğrenmek için imtihan yaptığını da söylüyor. Allah Kıbleyi Beyt-i Makdis'ten Kabe'ye Neden Çevirdi? Bu konu yarım yamalak olmasın diye bir soru sorup konuyu biraz baştan alacağım. Peygamberimiz neden bir süre Kudüs’teki Beytülmakdis’e doğru namaz kıldı? Neden Kudüs’ü kıble edindi? Gelenek bu sorular duygusal yaklaşıp “Yahudilerin gönlünü anlamak için böyle yaptı” diyor ama bu doğru değil. Hepimiz Allah katında dinin İslam olduğunu biliyoruz. Nuh aleyhisselamdan beri aynı şeriat var. Şura Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 13. “Allah Nuh’a ne emretmişse onu, sizin için bu dinin kuralı şeriat yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur “Bu dini ayakta tutun ve birbirinizden ayrı düşmeyin.” Senin çağırdığın şey müşriklere ağır gelir. Allah, bu dini tercih edeni kendi tarafına yoluna seçer ve O’na yöneleni doğruya yönlendirir.” Nuh aleyhisselam ve Muhammed aleyhisselam arasındaki bütün peygamberler aynı şeriatı uygulamıştır. “Allah katında din tektir o da İslam’dır” bu demek. İslam 610 yılında Mekke’de başlayan bir din değildir. Dolayısıyla bütün ibadetler Nuh aleyhisselamdan beri var. Yahudilerde de Hristiyanlarda da beş vakit namaz var ama kılmıyorlar ya da gizli kılıyorlar o ayrı. Allah katında din tek olduğu için peygamberimiz namaz kılacağı zaman ilk başta Yahudilerin kıblesine yani Kudüs’e doğru namaz kıldı çünkü Allah henüz kıbleyi değiştirmemişti. Bunun bir amacı vardı. Konumuzla ilgili kısmı burası. Enam suresinde peygamberimizden önce Kitap verilen Nebiler sayılıp peşine alttaki ayetler geliyor. Allah peygamberimizden açıkça önceki peygamberlerin yoluna uymalarını istiyor çünkü Allah katında din tektir, İslam’dır da ondan. Enam Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 89-90Bunlar, kendilerine kitap, hikmet ve nebilik verdiğimiz kimselerdir. Eğer şu insanlar bütün bunları görmezlik ederlerse, biz onları, görmezlik etmeyecek bir topluluğun korumasına bırakırız. Allah'ın kendilerine rehber kitap verdiği kimseler onlardır; sen de onların rehberine kitaplarına uy[*]. De ki "Ben yaptığım bu iş için sizden bir karşılık beklemiyorum. O, herkes için sadece bir öğüt ve doğru bilgidir, o kadar!" Allah henüz kıbleyi Kudüs’ten Kâbe’ye çevirmediği için peygamberimiz üstteki ayet gereği bir süre Yahudilerin kıblesine doğru namaz kıldı. Kıblenin Beytülmakdis olması sonra değişmesi Yahudiler için imtihandı. Açıklamaya dikkat et. BakaraKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 142. Bu insanlardan bazı akılsızlar[*] şöyle diyeceklerdir “Bunları yöneldikleri kıbleden / Kudüs’ten çeviren nedir ki!” De ki “Doğu da Allah’ındır, batı da! O, tercihini doğru yapanı doğru bir yola yöneltir.” [*] “Akılsızlar” diye meal verdiğimiz es-süfehâ Bakara 2/13’te münafıkların özelliği olarak anlatılmaktadır. Bakara 2/75-76'da kimi Yahudilerin, Kur'an âyetlerini anladıktan sonra onları tahrif etmek için münafıklık yaptıkları ifade edildiğinden "süfehâ" kelimesi, kıble değişiminden rahatsız olan kesimin Yahudi münafıklar olduğunu gösterir. Bu ayetin devamında Allah, peygamberimize uyanlarla uymayanları bilmek için Kudüs’ün kıble olmasını devam ettirdiğini söylüyor. Yine açıklamaya dikkat et. BakaraKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 143. Böylece sizi merkez toplum yaptık ki insanların gözü önünde olasınız, bu resul /onun elçi olarak getirdikleri de sizin gözünüzün önünde olsun. Şu anda yönelmekte olduğun kıbleyi Beytülmakdis'i[*] sırf bu resule uyanla ona sırt çevireni bilelim diye kıble yaptık. Bu, Allah’ın, doğru yolda olduklarını onayladığı kişilerin dışında kalanlara pek ağır gelir. Allah, Kâbe’nin tekrar kıble olacağına dair inancınızı boşa çıkaracak değildir. İnsanlara pek şefkatli ve iyiliği bol olan Allah’tır. [*] Önceki ayette aynı ifade “yönelmekte oldukları kıble” şeklinde geçmektedir. İki ayeti birlikte düşününce kıble değişikliğinin, Muhammed aleyhisselama uymayan Yahudileri çok rahatsız ettiği ortaya çıkar. Allah peygamberimizin bir süre daha Kudüs’teki Beytülmakdis’e doğru namaz kılmasını istemiş ki Yahudilerden kimler son nebi Muhammed aleyhsselama tabî olacak görsün diye. Allah dilimizle söylediklerimize bakmıyor demiştim. Bizden bir şey istediğinde o anda nasıl bir tavır göstereceğimize bakıyor. Yahudiler dilleriyle son nebi Muhammed aleyhisselama uyduğunu söyleyebilir hatta peygamberimizin Beytülmakdis’e doğru namaz kılıyor diye peygamberimize tabi gibi görünebilir ama Allah kıbleyi Beytülmakdis’ten Kâbe’ye çevirince kimin ne olduğu ortaya çıkar. Allah sırf bu resule uyanla ona sırt çevireni bilelim diye kıble yaptık derken demek ki Yahudilerden kimler Allah’ın emrine uyacak görmek istiyor. Bu ayet Allah’ın, Yahudilerin değişen kıble karşısında nasıl tavır göstereceğini önceden bilmediğini gösteriyor, bilmek için kıbleyi değiştirmiş. Arapçadaki cehdi müstağrak bu; kıble değişene kadar kimler yeni kıbleye tabî olacak bilinmiyordu demek. O dönem alttaki ayet gelip Kıble Kâbe olduğunda namazlarını Kâbe’ye doğru kılmaya başlayan Yahudiler dilleriyle söylediklerini hareketleriyle de göstermiş oldu. Allah bu insanları görmek istedi. BakaraKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 144. Ya Muhammed! Yüzünün sık sık göğe yöneldiğini görmekteyiz. Razı olacağın kıbleye seni mutlaka çevireceğiz. Haydi şimdi yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir! Müminler! Siz de Nerede olursanız olun, namazda yüzünüzü onun bulunduğu yöne çevirin! Kendilerine kitap verilenler iyi bilirler ki bu, Rablerinin /Sahiplerinin gerçek hükmüdür. Allah yaptıkları hiçbir şeye ilgisiz kalmaz. Bu ayetlerden anladığımız imtihan bilgi imtihanı değil. Allah bizim bilgimizi, kalbimizde, aklımızda olan her şeyi bilir fakat özgür irade ile yarattığı kulları imtihan sırasında ne yapacağını bilmiyormuş. Ayetler bunu gösteriyor. Allah bunu görmek istiyor. Bu yüzden insanları imtihanlardan geçiriyor. Ayetler böyle söylüyorsa “biz doğmadan her şey yazıldı, biz de şu an yazılanı yaşıyoruz” söylemi doğru değildir. Aksi taktirde Allah sabredenleri bilmeden, bilinceye kadar cennete gireceğinizi mi sandınız ayetlerini izah edemeyiz. Eğer bu ayetlerin anlamını bozar, mevcut Kader anlayışına göre anlamlandırırsak hatta meallere yazarsak ayetlerin anlamını çarpıtmaz mıyız? Nitekim Gelenek çocukluğundan beri kendisine öğretilen Kader anlayışını ayetlere uygun olmadığını görmüş ama inancını değiştirmek yerine ayetlerin anlamını değiştirmiş. Adem ve Havva'nın İmtihanı Allah Adem ve eşini bir bahçeye yerleştirdi. Her şey serbestti yasak olan iki şey vardı; Biri herkesin bildiği yasak olan ağaç diğeri kimsenin dikkat etmediği İblis'i düşman bilmesi gerektiğiydi. Ta ha 115. ayet böyle söylüyor Dedik ki “Bak Âdem! Bu sana da eşine de düşmandır. Sakın sizi bu bahçeden çıkarmasın yoksa mutsuz olursun. Adem eğer İblis'i düşman olduğunu aklından çıkarmasaydı belki de vesvesesine kanmazdı. Velhasıl Adem Allah'ın uyarılarına sadık kalmadı ve imtihanı kaybetti. Allah Adem için şöyle dedi; Ta HaKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 115. Vaktiyle Âdem’e bir görev yükledik ama unuttu. Onda bir kararlılık bulamadık. Adem Allah'ın gözünün önündeydi. Adem'de kararlılık bulamadığını söyleyen Allah. Eğer Allah Adem'i geçirdiği imtihanın sonucunu önceden bilseydi Onda bir kararlılık bulamadık der miydi? Zaten Adem'in kararlılıkla hareket etmeyeceğini bilirdi ve böyle bir ayet indirmezdi. Kur'an bu örneklerle dolu. Zaten sayfa başında yazdığım ayetlerde Allah sabredenleri ve cihad edenleri öğrenmek için imtihan ettiğini söylüyor. Allah Kendisini Nasıl Tanıtıyorsa Öyle Kabul Et Allah Enam 103. ayette kendisi için şöyle diyor; Hiçbir beşeri görüş ve tasavvur O`nu kuşatamaz, fakat O her türlü beşeri görüş ve tasavvuru çepeçevre kuşatır Yalnızca O`dur her şeye nüfuz eden, her şeyden haberdar olan. Bu ayeti genelde "gözler O'nu göremez" diye tercüme ediyorlar. Bu çok dar bir anlamdır. O yüzden daha kapsamlı bir meal tercih ettim. İnsan gördüğü şeylerin idrakini de yapar dolayısıyla bazen insanlar bir olay karşısında -daha önceden görüp yaşadığı tecrübesiyle- sonuçları öngörür. Buna basiret denir. Enam 103. ayet, en basiretli insanların bile Allah hakkında bilgi sahibi olamayacağını söylüyor. Biz bırak Allah'ı görmeyi idrak etmeyi ona benzer bir şey dahi görmedik. Ayeti bu; O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da kendilerine eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir. O zaman idrak edemediğin, benzerini dahi göremediğin Allah'ı kendi kafandan tanımlamaya kalkma ya da filanca alim böyle dedi, falanca tefsirde böyle yazıyor deme çünkü onların da Allah'ı idrak etmeleri ve kendilerine göre tanımlamaları mümkün değildir. Allah, bu sayfada yazdığım ayetlerde Kendisini tanıtıyor. Allah ayetlerinde hangi cümleyi nasıl ifade edeceğini çok iyi bilir. Senden bende herkesten daha iyi bilir. Seçtiği fiiller, isimler, sıfatlar vs rastgele değildir. Allah sabredneleri ve cihad edenleri öğrenmek için imtihan yaptığını söylüyorsa "işittik ve itaat ettik" deyip kabul et. Allah Bizi Mirsattan İzliyor Allah bir insanın yirmi yıllık imtihan sürecini planlayabilir. Tıpkı Adem ve eşini bahçeye yerleştirmesi gibi. Bu yirmi yıl içinde Allah bir insanın yıl yıl nerede ne zaman bir şeyle karşılaşacağını da planlayabilir ve Allah bu süre içinde insanın aklında olan her şeyi bilir ama imtihan bilgi imtihanı değil. Allah bu planları yaptığı için elbette biliyor, insanların bilgisini, aklında, kalbinde olanı da biliyor ama Allah insanı özgür irade ile yarattığı için insanların bu planlanmış aşamalarda nasıl davranacağı belli değil. Bir insan düşünelim, iman etmiş, Allah'ın emir yasaklarını öğrenmiş ve diyor ki "ben şartlar ne olursa olsun Allah'ın emrinden çıkmayacağım." Böyle kuvvetli imanı var. Allah bu insanı imtihan eder. Mesela işlerinde sıkıntı verir ki bu insan faizli kredi alacak mı almayacak mı, sözünde duracak mı buna bakar. İmtihan budur. Daha önceden Allah'ın emirlerine uyacağını söyleyip sıkıntı ile karşılaştığında bu emir ve yasakları görmezden gelecek misin? Başka bir örnek; yine imanlı birini düşün. Allah bu insana çok fazla dünya imkanı, zenginlik verir. Bu insan zenginlikle ne yapacak? Günahlara girecek mi? Bazı günah vardır parasız olmaz. Bazı günah vardır az parayla olmaz. Zenginlik böyle imtihandır. Fakirlik de öyle. Fakir olduğunda harama el uzatacak mısın? Mesela bir insan çok zor durumda kaldı, Allah önüne imtihan olsun diye rüşvet alacağı bir iş çıkarır, ne yapacağına bakar. Allah bütün bu imtihanları planlar, insanların bunlarla karşılaşınca ne yapacağına bakar. İnsanların imtihanlar karşısında nasıl davranacağı daha önce hiç bir yerde yazmıyor. Allah "sabredenleri bilinceye kadar" dediği olay bu. Özgür irade ile yarattığı insanın neyi tercih ettiğini görmek istiyor. Allahualem Fecr suresinin on dördüncü ayetinde ki "senin rabbin mirsattadır" dediği bu. Mirsat özel oluşturulmuş gözetleme mekanı demek. Allah bizi mirsattan izliyor. Ayetlerle Bedir Savaşı Nasıl Oldu? Bizans yani Romalılarla yenilmiş. Allah Rum suresinde bunu bildiriyor. Hatta Allah gelecekten haber veriyor, bir kaç yıl içinde Bizans galip gelecek diyor. Bunlar Allah'ın planlarıdır. Bizansın galip geldiği gün Allah, müslümanlara zafer vaad ediyor. RumKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 2. Romalılar yenildiler, 3. Yenilgi Çok yakın bir yerde oldu. Onlar, bu yenilginin ardından galip geleceklerdir. 4. Birkaç yıl içinde[*] olacak. Öncesi de sonrası da Allah’ın yetkisindedir emrindedir. O gün müminler sevineceklerdir,. [*] Üç ila dokuz yıl içinde. 5. Bu, Allah’ın yapacağı yardımla olacaktır. O, gerekeni yapana[*] yardım eder. O daima üstündür, ikramı boldur. [*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. İnsanın bir şeyi var etmesi, gerekeni yapması ile olur” Müfredât. 6. Bu Allah’ın vaadidir! İnsanların çoğu bilmese de Allah vaadinden caymaz dönmez. Bizans’ın birkaç yıl içinde galip geleceği gün müminler "Allah'ın yardımıyla" sevineceklermiş. Ayete dikkat edersen, Allah gereken çalışmayı yapana yardım edeceğini söylüyor. Allah yardım edecek ama eğer Müslümanlar üzerlerine düşeni yaparlarsa. Biraz sonra Müslümanların üzerlerine düşeni yapmadıklarını göreceksin. Allah Müslümanları ve Mekkelileri Savaşacakları Yere Doğru Yola Çıkarıyor Müslümanlar Mekke'de çok büyük sıkıntılar çekiyordu. Üstteki ayetlerin indiği zamanı düşün, birkaç yıl içinde Bizans’ın savaşacağı gün Allah Müslümanlara yardım edecek, bunu biliyorsun. Müslümanlar Medine'ye hicret ettiklerinde bu savaşı bekliyorlardı. Mekkeli müşrikler de bu savaşı bekliyordu çünkü peygamberimiz ayetleri herkese anlatıyordu. Herkesin Bizans’ın birkaç yıl içinde bir savaş yapacağından ve galip geleceğinden haberi vardı. Ebu Süfyan'ın Şam tarafına kervan götürdüğü bir gün öğreniyorlar ki Bizans’la Persler savaşa başlamış. Allah bu savaşının sonucunu zaten bildirmişti. Rum suresinde "Bizans galip gelecek," dedi ve o gün Allah Müslümanlara yardım edeceğine söz verdi. Herkes bu ayetlerden haberdar olduğu için Ebu Süfyan Allah'ın Müslümanlara yardımının kendi kervan olacağını düşünüyordu. Kervanı korumak için Mekke'ye haber gönderip yardım istedi. Mekke kervanı korumak için ordu çıkardı. Ordu çıkarmaları Mekke müşriklerin bu olayı ne kadar önemsediklerini gösteriyor. Müslümanlar da Bizans’la Perslerin savaştığını duyunca Allah'ın kendilerine yapacağı yardımı Ebu Süfyan'ın Kervanı olduğunu düşündüler. Müslümanlar da Kervanı almak için yola çıktı. Bekleyerek yardım alamazlar çünkü Allah “gereğini yapana yardım ederim” dedi. Müslümanların hedefi kervan ama yola çıktıktan sonra müşriklerin Mekke'den ordu çıkardığını öğrenince bu sefer "ya ordu ya kervan bizim" diye düşünmeye başladılar ama kolay olanı yani kervanı almak istiyorlardı. Halbuki Allah'ın isteği başka, Allah Müslümanlara Mekke ordusunun yenmesi için yardım edecek çünkü Allah peygamberimizi Mekke’den çıkardıkları için kafirlerin sonunu getirmek istiyor. Bunları alttaki ayetlerde görebilirsin. EnfalKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 5. Nasıl ki, Rabbin seni haklı gerekçelerle evinden çıkarmıştı. Müminlerden bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi. 6. Gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi, seninle o konuda tartışıyorlardı. 7. Hani Allah; size iki taifeden birini, o sizindir diye vadediyordu. Siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah sözleriyle hakkı meydana çıkarmak ve saldırgan kâfirlerin ardını kesmek istiyordu. 8. Bu, suçlular hoşlanmasa da Allah’ın gerçeği ortaya çıkarması ve yanlış olanı ortadan kaldırması içindi. Allah neden Mekkeli müşriklerin sonunu getirmek istiyor? Çünkü bu Allah'ın kanunu. Eğer bir toplum, kendilerine gelen peygamberi bulunduğu şehirden çıkartırsa, kendileri de orada kalamazlar. Müslümanların Medine'ye hicret etmesinin ardından Allah Mekkeli müşrikleri Mekke'den çıkaracak, olay bu. Ayeti altta. İsraKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 76. Onlar seni oradan/yurdundan çıkarmak için, seni tedirgin etmeye çalışıyorlar; bu durumda senin ardından, onların kendileri de pek fazla kalmayacaklar! 77. Bu senden önce gönderdiğimiz elçilerimiz hakkındaki yasadır. Bizim yasamızda bir değişiklik bulamazsın. Müslümanlar Mekke Ordusuyla Yüz Yüze Geldi Sonuçta Müslümanlar kervanla değil kervanı korumaya gelen orduyla yüz yüze geldiler. Bunu Allah denk getirdi. "Siz sözleşseydiniz bile böyle denk gelemezdiniz" diyor. Alttaki ayette görebilirsin. Çünkü Allah müşriklerin kökünü kurutmak istiyor bunun için yukarıda Rum suresinin ayetlerinde Müslümanlarn Allah'ın yardımı ile Mekke ordusunu yeneceklerini vaad etti. EnfalKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 42. Hani siz vadinin Medine’ye yakın tarafında, onlar uzak tarafında, işkence gördükleri için; Mekke’den kaçan müminlerin bıraktığı eşyaların, satılmak üzere Şam’a doğru taşındığı kervan, sizin aşağınızdaydı. Şayet buluşmak üzere sözleşmiş olsaydınız dahi, bu şekilde bir araya gelemezdiniz. Fakat Allah adaleti gerçekleştirmek için buna izin verdi ki; helak olan açık bir delille helak olsun, yaşayan da açık bir delille yaşasın. Şüphesiz Allah elbette hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Allah'ın Savaş İçin Koyduğu Kanun Burada çok önemli bir ayrıntı var. Her şey bu ayrıntıda gizli. Allah her şey için için bir kanun koymuş. Bu kanunlara uyarsan başarılı olursun. Savaş içinde bir kanun var. Savaş esnasında düşmanı etkisiz hale getireceksin ve esir alacaksın, esir aldığını da sıkı tutacaksın ki kaçıp gidip tekrar savaşa sebep olmasın. Savaş bitince de bu eserleri köle cariye yapmak yok, ya karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakacaksın. Allah'ın koyduğu kanun bu. Ayeti aşağıda. MuhammedKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 4. Ayetleri görmezlikte direnenlerle kafirlerle savaşta karşılaşınca boyun köklerini vurun. Etkisiz hale getirince onları, sıkı güvenlik çemberine alın. Sonra karşılıksız ya da fidye alarak serbest bırakın ki savaşın doğurduğu bir sıkıntı kalmasın. Allah’ın tercihi farklı olsaydı onların hakkından kendisi gelirdi. Böyle olması, birinizi diğerinizle yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir. Allah, kendi yolunda öldürülenlerin yaptıklarını karşılıksız bırakmaz. Müslümanlar Ayete Uymadı Peygamberimiz dahil Müslümanlar bu ayete Bedir'de uyumadı. Müşriklerin ordusunu etkisiz hale getirmeden esir aldılar, ganimetleri topladılar. Tekrar yazayım Allah Rum suresinde gereğini yapana yardım edeceğini söylemişti. Müslümanlar gereğini yapmadılar ayete uymadılar. Allah bunu hemen bir ayette bildirdi. EnfalKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 67. Savaş alanında düşmanı etkisiz hale getirmedikçe hiçbir nebînin esir almaya hakkı yoktur. Ey Müslümanlar Siz, hemen elinize geçecek şeyler istiyorsunuz. Allah ise sonrasını istiyor. Üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır. Dikkat edersen Allah "Siz, hemen elinize geçecek şeyler istiyorsunuz. Allah ise sonrasını istiyor" diyor. Allah istiyor ki Mekkedeki kafirlerin kökü kazınsın siz de rahat edin ama müslümanlar ganimetin peşine düşmüş. Şimdi bu ayete dikkat et. Diyor ki "size söz vermeseydim aldığınız esirlerden dolayı size büyük bir azap dokunacaktı. EnfalKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 68. Rumların Perslere galip geleceği gün sizi sevindireceğine dair Allah’ın yazılı bir kararı olmasaydı, aldığınız esirlerden dolayı kesinlikle büyük bir azaba /mahrumiyet cezasına çarptırılırdınız.” 69. Aldığınız ganimeti helali hoş olarak yiyebilirsiniz. Allah’tan çekinerek korunun. Allah bağışlar, ikramı boldur. Allah'ın verdiği o söz başta yazdığım Rum suresindeki söz. Allah Bunları Bile Bile Mi Söz Verdi? Başta peygamberimiz hata yaptı, ashab da uyarmadı, Allah da eğer size söz vermeseydin canınızı yakacaktım dedi. Verdiği söz Rum suresindeki galip gelme sözü. O gün müslümanlar galip geldi çünkü Allah söz vermişti ama Mekkeyi fethedemediler. Bedir savaşı bize Allah'ın bütün her şeyi planladığını ama insanların imtihan gereği yapacaklarını bilmediğini gösteriyor. Bütün süreci Allah planladı ama insanların nasıl davranacağı herhangi bir yerde yazmadığı, henüz bunlar yaşanmadığı için, Allah peygamberin ve ashabın böyle yapacağını bilmiyordu. Zaten ayetler de bunu söylüyor. İnsanların özgür iradelerine ait olan imtihan belli değil. Allah'ın görmek istediği de zaten bu. Allah daha önceden Bedir Savaşı'nda ayetlere uymayacaklarını bilseydi Rum suresindeki sözü verir miydi? Yine Allah Bedir savaşında ayetlere uymayacaklarını bilseydi, Müslümanların Mekke ordusunu etkisiz hale getirmeden esir aldıkları için "daha önce size söz vermeseydim size ağır bir azap dokunacaktı" der miydi? Allah Müslümanların Bedir Savaşı'nda nasıl davranacaklarını biliyordu ama buna rağmen galibiyet sözü mü verdi? Sonra bile bile "size söz vermeseydim size ağır bir azap tattıracaktık" mı dedi? Allah oyun mu oynuyor? Kendi kendine kelime oyunu mu yapıyor? Burada Allah'ın bilmediğini söylediği şey Müslümanların imtihan sırasında yapacakları şeylerdir. Orduyla karşılaştın, Allah'ın emrini yerine getirecek misin yoksa ordunun ganimetinin peşine mi düşeceksin, olay bu. Yoksa Allah üç ile dokuz yıl arasında Rumlarla Perslerin savaşacaklarını söylemişti. Bu Allah'ın sözü, Allah bunu haber veriyor ama insanları özgür iradeleriyle yaratmış. Peygamber de olsa imtihan sırasında kimin ne yapacağı önceden belli değildir. Allah kendisini, bu sayfanın konusu olan ayetlerdeki gibi tanıtıyor. MuhammedKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 31. Şurası bir gerçek ki içinizden mücadele cihad edenleri ve sabırlı davrananları öğreninceye; haberlerinizi ortaya çıkarıncaya kadar sizi zorlu bir imtihandan geçireceğiz. Peygamberimiz Günah İşledi Peygamberimiz Bedir savaşında günah işlemiş oldu. Allah'ın emrini tutmadı. Eğer Allah'ın dediklerini yapsaydı, Mekke ordusunu tam etkisiz hale getirdikten sonra esir alsaydı, Mekke'yi feth edecekti. Müşriklerin sonu gelmiş olacaktı. Mekke'yi ancak Uhud ve Hendek Savaşı'ndan sonra fethedebildi. Peygamberimi Elbette yaptığı hatayı fark edip Allah'tan af diledi, tevbe etti ama Allah Mekke'yi feth etmeden affetmeyeceğini söyledi. Bunlar masal değil ayet ama kimse bunların farkında değil. Hudeybiye Antlaşması'ndan sonra Fetih suresi indi ve Allah Mekke fethinin önünü açtığını söyledi ve Mekke ancak o zaman feth oldu. FetihKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 1. Allah, Mekke’yi Fethin önündeki engeller, senin için tamamen kaldırdı. 2. Bunu,önceki ve sonraki[*] günahlarını bağışlamak, sana olan iyiliklerini tamamlamak ve seni doğru bir yola yöneltmek için yaptı. [*] sonraki diye tercüme edilen kelime ررررtehir kelimesine sözlükte esas anlamı Ertelemek, Tehir etmek, Geciktirmektir. "Şimdi Tevbe Et" Peygamberimiz Mekke'yi feth ettikten sonra Nasr Suresi indi. Allah o surede "şimdi tevbe et diyor" çünkü peygamberimiz hatasını düzeltti Mekke'yi fethetti. NasrKovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım Nahl 98 1. Allah’ın yardımı gelip Fetih gerçekleştiğinde 2. insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini görürsen 3. her şeyi güzel yapan Rabbin’e Sahibine yönel ve bağışlanma dile! O, kendine yöneleni kabul eder. Bu yazdıklarımı başka bir yerde duydun mu? Bunu Süleymaniye Vakfında Abdülaziz hocanın başkanlığında kalabalık bir grup bir araya getirdi. Allah Bizanslıların Yenileceğini Bildi De İnsanların Ne Yapacağını Mı Bilmedi? Aklında böyle bir soru varsa cevabı alttaki videoda. Allah'ın Bilgisi ve Kader - Bedir Savaşı Örneği Üstte yazdığım Bedir Savaşı ve Kader hakkında bu dersi istersen şimdi dinleyebilirsin. Derte geçen ayetler, istersen linke ters tıklayıp bilgisayarına indirip yan yana - 1 - Allah'ın Bilgisi ve Kader - Soru Cevap Bölümü Bu da kader ile ilgili. Ayetler, istersen linke ters tıklayıp bilgisayarına indirip yan yana açabilirsin. Allah'ın_bilgisi_ve_kader_Soru_cevap - Şu an senin nereye gideceğin belli mi? Cennetlik misin cehennemlik misin, sen doğmadan bir yerde yazıyor muydu? Cevabı ikinci derste. Soldaki menüden Kader derslerinden "Başımıza Gelenler Ne Zaman Yazılır?" sayfasını aç.
Yaratılışı bozulmamış, aklı karışmamış her insan Allah'ın var ve bir olduğunu bulur ve anlar. Peki Allah'ın varlığını nasıl ispat ederiz? Allah'ın varlığının delilleri nelerdir? Diyanet’in İlmihal-1 “İman ve İbadetler” kitabında yer alan bilgilere göre, Allah'ın varlığının delilleri hakkında merak edilenleri ile bilinmeyenleri sizler için derledik. ALLAH'IN VARLIĞINI NASIL İSPAT EDERİZ? Bir kısım İslâm bilginine göre insandaki Allah inancı, zorunlu ve yaratılıştan olduğu için Allah'ın varlığına dair dışarıdan deliller aramaya, mantıkî ve aklî deliller sunmaya ihtiyaç yoktur. Yaratılışı bozulmamış, aklı karışmamış her insan Allah'ın var ve bir olduğunu bulur ve anlar. Bu yoldaki deliller sadece insanı uyarmak, içindeki zorunlu bilgiyi ve şuuru geliştirmek içindir. Mıknatıs ile demir birbirine yaklaşınca mıknatıs demiri çeker. Çünkü bu onun tabiatında gizlenmiştir. Bu özelliği bozulmadıkça da yaratılışının gereği gerçekleşecektir. İşte insan da böyledir. O, sadece iç ve dış dünyada Allah'ın varlığını ispat eden şeylere bakarak Allah'ın varlığını bunlardan anlayabilecek özellikte yaratılmıştır. Ayrıca insanın kendi yaratılışı da bizzat Allah'ın varlığının açık bir delilidir. ALLAH'IN VARLIĞININ DELİLLERİ NELERDİR? İslâm bilginlerinin çoğuna göre insan, öz benliğinde ve dış dünyada Allah'ın varlığını gösteren birtakım deliller üzerinde durup düşünerek Allah'ın varlığına ulaşmak durumundadır. "O'nu gözler idrak edemez. Fakat O, gözleri idrak eder" el-En'âm 6/103 meâlindeki âyet, Allah'ın duyularla doğrudan doğruya idrak edilemeyeceğini bildirir. Fakat duyular, Allah'ı tanıyacak olan akla, gönüle ve kalbe malzeme temin ederler. Bu malzeme de yaratılmış olan her şeydir, evrenin âhenk ve düzenidir. Bunlar Allah'ın varlığını gösteren belirtiler, izler ve delillerdir. İnsan, aklı ile bu belirti, iz ve delillerden hareketle yaratıcıyı bulmaya çalışır. Bu bir âyette şöyle dile getirilir "İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki, onun gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun..." Fussılet 41/53; ayrıca bk. elMü'minûn 23/12-14; el-Furkan 25/47; er-Rûm 30/20-22; Yâsîn 36/37-40; Kaf 50/6-10. Allah'ın varlığına delâlet eden ve insanı bu konuda düşünmeye ve iman etmeye çağıran Kur'an âyetlerini ve hadisleri dikkatlice inceleyip hem de dış dünyayı ve insanın yaratılışını gözlemleyen âlimler, Allah'ın varlığını ispatlamak için insanın fıtraten Allah inancına sahip oluşu fıtrat delili, âlemin ve âlemdeki varlıkların sonradan yaratılmış olup bir yaratıcıya muhtaç olduğu hudûs delili, mümkin bir varlık olan âlemin var olması için bir sebebe ihtiyaç olduğu imkân delili, tabiatın büyük bir âhenge ve şaşmaz bir düzene sahip olup bunun bir yaratıcının eseri olmasının gerektiği nizam delili gibi bazı deliller ortaya koymuşlardır.
Cenâb-ı Hakk’ın görmesi de diğer sıfatları gibi zât-ı ilâhîsinin muktezâsındandır. O her şeyi hakkıyla görür. el-Basîr’dir. O’nun nazarına gizli kalan hiçbir şey semî’ ve besar sıfatlarının beşere tâlim edilmesindeki hikmeti Hazret-i Mevlânâ şöyle ifade eder ALLAH HER ŞEYİ GÖRENDİR “Cenâb-ı Hakk, korkasın da fesat çıkarmayasın ve bozgunculuğa kalkışmayasın diye kendisinin alîm, yâni her şeyi çok iyi bilen» olduğunu bildirdi.” “Çirkin ve kötü sözlere dudaklarını kapatasın diye kendisinin semî’, yâni her şeyi çok iyi işiten» olduğunu bildirdi.” “Gizli saklı kötülüklere bulaşmaman için kendisinin basîr, yâni her şeyi çok iyi gören» olduğunu bildirdi.” Nitekim Allâh Teâlâ kullarının bu husustaki mes’ûliyetini şöyle bildirir “Bilmediğin şeyin dünyâ ve bilhassa âhıretteki zararını idrâk ve hissedemediğin hatâların ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur hesâba çekilir.” el-İsrâ, 36 Bu mes’ûliyyet dolayısıyla Niyâzî Mısrî Hazretleri şöyle der Bir göz ki, onun olmaya ibret nazarında Ol düşmenidir sâhibinin baş üzerinde Kulak ki öğüt almaya her dinlediğinden Akıt ona sen kurşunu hemen deliğinden Bir dil ki Hakk’ın zikri ile olmaya mûtâd Urma sen ol et pâresine dil diyü hiç ad Kıyâmet gününde gâfil kullara şöyle bir hitap gelir “Ey kul! Sen bizi dünyâda tanıdın mı, tanımadın mı? Eğer tanımadıysan niçin tanıma dâvâsı güttün? Eğer tanıdıysan, bir kimse tanıdıktan sonra senin yaptığını mı yapar?” Bu ifadeyi aktaran Nahşebî Hazretleri şöyle der “Ey korkusuz kimse! Tenhâ köşelerde yaptığını eğer mertsen çarşının ortasında da aynı şekilde yap da halktan mı korkuyorsun, yoksa Hâlık’tan mı belli olsun! Şâyet Hâlık’tan korkarsan, her yerde korkarsın!..” Gerçek sâlikler, gizli-âşikâr her zaman ve mekânda bu ilâhî sıfatlara vukûfiyet hâlinde olur ve kendilerinin dâim ilâhî murâkabe altında olduklarından gâfil olmazlar Bir gece vaktiydi. Hazret-i Ömer -radıyallâhü anh-, mûtâdı olduğu üzere Medîne sokaklarını gezmekteydi ki, ansızın durakladı. Önünden geçmekte olduğu evden dışarıya kadar taşan bir ana ile kızının tartışması dikkatini çekmişti. Ana, kızına “–Kızım, yarın satacağımız süte biraz su karıştır!” demekteydi. Kız ise “–Anacığım, halîfe süte su karıştırılmasını yasak etmedi mi?” dedi. Ana, kızının sözlerine sert çıkarak “–Kızım, gecenin bu saatinde halîfenin süte su kattığımızdan nereden haberi olacak?!.” dedi. Ancak gönlü Allâh korkusu ile diri olan kız, anasının süte su katma hîlesini yine kabullenmedi “–Anacığım! Halîfe görmüyor diyelim, Allâh da mı görmüyor? Bu hîleyi insanlardan gizlemek kolay, ama her şeyi görüp bilen Allâh’tan gizlemek mümkün mü?..” dedi. Rabbânî hakîkatlerle dolu bir kalbe sahip olan bu nezihe kızın, derûnî bir Allâh korkusu içinde annesine verdiği cevab, Hazret-i Ömer -radıyallâhü anh-’ı son derece duygulandırdı. Emîru’l-mü’minîn, onu, sıradan bir sütçü kadının kızı değil, gönlündeki takvâsı ile müstesnâ bir nasîb bildi ve oğluna gelin olarak aldı. Beşinci halîfe olarak zikredilen meşhûr Ömer bin Abdülazîz, işte bu temiz silsileden doğdu. Bu itibarla bütün mesele, Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî murâkabesi altında olduğumuzu bilerek yaşayabilmektir. Âyet-i kerîmede buyurulur “Gözler O’nu idrâk edemez, O ise gözleri idrâk eder. O, latîf ve habîrdir.” el-En’am, 103 Kaynak Osman Nûri Topbaş, İslam İman İbadet İslam ve İhsan
Allah inancının insan hayatındaki yeri ve önemi oldukça büyüktür. Kişinin kendini güvende hissetmesi, herhangi bir maddi sorundan dolayı kaygıya kapılmaması, yaptıklarının ve yapacaklarının melekler tarafından kayıt aldığına ve bunun Allah tarafından ahirette ceza-mükâfat ile sonuçlanacağına inanıldığı için kişi yaptıkları her şeye dikkat ederek yapar. Allah inancının insan hayatındaki yeri ve önemi hakkında söylenebilecek birçok madde ve detay vardır. Şimdi dilerseniz bunları maddeler halinde açıklayalım. Allah inancı, yaşama sevgisi verir Bir insan dünyaya neden geldiğini, dünyada gördüklerinin bir sahibinin olduğunu bilirse ancak yaşama sevgisi kazanır. Zenginliğini kendinden bilen, ağaç, çiçek, böceklerin vs. kendiliğinden var olduğunu veya doğanın bir getirisinden ibaret olduğunu düşünenler, dünyayı “başıboş” gördükleri için yaşama sevgisi de olmaz. Ama dünyada gözle gördüğü ve göremediği her şeyin sahibinin Allah olduğunu bilen bir insan; doğaya karşı saygılı olur, doğayı kendisine izin verildiği ölçüde kullanır. Daha da önemlisi, bu kadar güzelliği yaratan birinin ahrette nasıl bir yer inşa ettiğini düşünmeden edemez ve bu da Allah için yaşama sevincinin pekişmesini sağlar. Allah inancı kişinin dürüst olmasını sağlar Herhangi bir yaratıcının gücüne inanmayan, dünyada yapacaklarının karşılığını ahirette alacağına inanmayan insanlar, kötülük yapmaya daha meyilli olurlar. Allah inancı, iman şartlarından biridir ve bu şartın en büyük getirilerinden biri de kişiyi dürüst olmaya sevk etmesidir. Çünkü kişinin dürüst olması Allah emridir ve dürüst olmayanlar ise kıyamette cezalandırılırlar. Bunun bilinci ile hareket eden kişi haliyle dürüst olur. Allah inancı kişinin samimi olmasını sağlar “İbadetlerin temel ilkeleri” başlıklı konumuzda ibadetlerin kabul olabilmesi için “Gösterişten uzak olmak” şartının olduğunu söylemiştik. Gösterişten uzak durmak demek riya yapmadan ibadet etmek demektir. Daha da açıklayacak olursak; “gösterişsiz ibadet”, ibadet eden kişinin sürekli Allah’ın kendisini gözettiğinin bilincinde olarak yapılan ibadettir. Allah inancının insan hayatındaki yeri ve önemi en çok da burada kendini gösterir. Allah’a inan kişi, yaptıkları ibadetleri, hayırları, okuduğu ilimleri vs. hepsini Allah rızası için yaptığı için samimi olur. Allah inancı konuşurken kişinin doğru konuşmasını sağlar “Doğru sözlü olmak” Allah’ın insanlara emrettiği bir davranıştır. “Yalanı ancak Allah´ın ayetlerine inanmayanlar uydurur, iftira ederler; işte onlar, yalancıların ta kendileridirler.” Nahl-105 buyurulmaktadır. Allah’a iman eden bir kişi, Allah’ın ayetlerine de iman eder ve böyle bir inanca sahip olan bir insan iftira atmaktan çekinir çünkü bunun bir bedelinin olduğunu düşünür. İnsanlarla konuşurken yalan söylemez, yalan söylerse hem dünyada ortaya çıkacağını bilir hem de kıyamette hesabını vereceğini bilir. Allah inancı adil ve merhametli olmayı sağlar Müslümanların adaletli ve merhametli davranmalarındaki tek neden Allah’ın emri olduğu içindir. Akrabaya yardım etmek, şahitlik yaparken doğru konuşmak ve bir şey hakkında hüküm verirken adaletli olmak gibi tüm vasıflar, Allah inancının insan hayatındaki yeri ve önemi konularıdır. Nitekim Allah ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır; “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” Nahl-90 Allah inancı kişinin anne babasına karşı merhametli olmasını sağlar Anne ve baba, insanın dünya üzerindeki en değerli varlıklarıdır. Doğuran, büyüten ve her türlü tehlikeye karşı koruma altına alan anne ve babanın hakkı, Allah katında da çok büyüktür. Daha önceki konumuz olan İsra Suresi 23. Ayette verilen mesajlar hakkında bilgi verirken ayeti de yazmıştık. Ayet; “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.” İsra-23 emrini veriyordu. Yani iman eden bir insanın anne-babasına karşı merhametli olduğu görülür. Allah inancının insan hayatındaki yeri ve önemi hakkında verdiğimiz bu bilgilerin genel ve kısa özeti olduğunu söylememiz gerekir. Çünkü Allah inancının insan üzerindeki etkisi oldukça fazladır. Ama tüm bunların sonucunda şunu söylemek daha doğru olur; “Allah’a iman eden bir insan, yapacağı her şeyin bir karşılığının olacağına inanan kişidir. Çevreye zarar verilmeyeceğini, insanlara karşı merhametli, dürüst ve adil olunacağını bilir. Eğer bu şekilde davranmazsa, kıyamet gününde hesap vereceğini bilir. Anne-babasına karşı iyilikte kusur işlemez ve onların razı olmayacağı işlere girmez. Tüm bunlar, Allah inancının insan hayatındaki yeri ve önemidir.” Önerilen İçerik Allah'a İmanın İnsan Üzerinde Etkisi / DİN
allahın göremediği tek şey nedir